Category Archives: Genel

Biz “Hayır” Diyoruz

no

Farklı ülkelerden geldik ve buradayız, Pablo Neruda’nın koca gölgesinin altında bir arada: Hayır diyen Şili halkına eşlik etmek için buradayız.

Biz de hayır diyoruz.

Paranın ve ölümün övülmesine hayır diyoruz. En çok malı olanın en değerli olduğu, mallara ve insanlara fiyat biçen bir sisteme hayır diyoruz. Silahlara her dakika iki milyon dolar harcayan ve her dakika otuz çocuğu açlıktan ya da iyileştirilebilir hastalıklardan öldüren bir dünyaya hayır diyoruz. Eşyaları korurken insanları yok eden nötron bombası çağımızın mükemmel bir simgesi. Gecenin yıldızlarını askeri hedeflere çeviren katil sistem için insanoğlu bir üretim ve tüketim faktöründen, bir kullanım aracından başka bir şey değil; zaman yalnızca ekonomik kaynak, bütün gezegen suyu son damlasına kadar emilecek bir rant kaynağı. Zenginliği çoğaltmak için yoksulluklar çoğaltılıyor ve diğerlerinin yoksulluğunu çizginin dışında tutmak, bu çok azın zenginliğini gözetmek için silahlar kat kat artıyor, bu arada yalnızlık da kat kat artıyor: Bize ne yiyecek ne de sevecek bir şey veren, çoğunluğu yiyecek açlığına, çok daha fazla kişiyi de kucaklaşma açlığına mahkûm eden bu sisteme hayır diyoruz. Okumaya devam et

Bir Nedeni Yok Yalnızca Öptüm

 Bir Nedeni Yok Yalnızca Öptüm

küçük iskender

“İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir.”

Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. Evet, bilmiyordum. Bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözlük kullanıyordum hala. Ama, seni seviyordum. Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum. Yasaklanmıştın adeta. Çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, fark etmiyordu hiçbir şey. Küçük bir ateş. Küçücük bir ateştin sen. Sönmekten ürken bir ateş. Bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına. Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki. Usulca uzandım,

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Okumaya devam et

Sessizİz 2015 istatistikleri

2015 | 33.959 ziyaretçiden 57.963 görüntüleme

Tam ekran yakalama 15.2.2016 002046.bmp Okumaya devam et

Ahmet Kaya: Araza Avaz

Emre Dursun

ahmet_kaya

“yüzün geçti bu görüntü yeter dünyaya”
İlhan Berk

“Keder bizi keskinleştiriyor,” diyor Leonard Cohen ve bütün kederli insanlar gibi gülümsedi mi çok güzel gülümsüyor.

View original post 604 kelime daha

Sözler

gultenakin

Henüz başlamamıştık
Bitirmişler

* Okumaya devam et

Babamın Bavulu

opÖlümünden iki yıl önce babam kendi yazıları, el yazmaları ve defterleriyle dolu küçük bir bavul verdi bana. Her zamanki şakacı, alaycı havasını takınarak, kendisinden sonra, yani ölümünden sonra onları okumamı istediğini söyleyiverdi.

“Bir bak bakalım,” dedi hafifçe utanarak, “işe yarar bir şey var mı içlerinde. Belki benden sonra seçer, yayımlarsın.”

Benim yazıhanemde, kitaplar arasındaydık. Babam acı verici çok özel bir yükten kurtulmak isteyen biri gibi, bavulunu nereye koyacağını bilemeden yazıhanemde bakınarak dolandı. Sonra elindeki şeyi dikkat çekmeyen bir köşeye usulca bıraktı. İkimizi de utandıran bu unutulmaz an biter bitmez ikimiz de her zamanki rollerimize, hayatı daha hafiften alan, şakacı, alaycı kimliklerimize (personas) geri dönerek rahatladık. Her zamanki gibi havadan sudan, hayattan, Türkiye’nin bitip tükenmez siyasi dertlerinden ve babamın çoğu başarısızlıkla sonuçlanan işlerinden, çok da fazla kederlenmeden, söz ettik. Okumaya devam et

Dünya bana dokunuyordu..

Parantez içi/yazılar/Ayfer Tunç

“Yaşamak, kendini gözden yitirmemek, kendi varlığında, kendi stasis’inde her zaman tam anlamıyla varolmak için gösterilen sürekli, zahmetli çabadır. Ölüm ülkesine ulaşmak için, insanın kısacık bir süre kendisinin dışına çıkması yeterlidir.”

Milan Kundera’nın o çok sevdiğim Saptırılmış Vasiyetler adlı kitabında yer alan bu cümleyi ilk okuduğumda, endişelere dalmıştım, yani düşüncelere. Farsça kökenli endîşe sözcüğünün ilk anlamının düşünce olduğunu yazıyor sözlükler, ikinci anlamı ise tasa, kaygı. Kundera bu ‘endîşeli’ cümlesiyle bana, yaşamanın güç bir iş olduğunu hep hissetmiş, ama hiç adlandırmamış olduğumu fark ettirmişti o gün.

Tabiatlarına cömertçe bahşedilmiş hayat enerjisini hor kullanmış bir ailenin çocuğuyum ben. Anne tarafım şaşırtıcı bir yaşama sevinciyle, dışardan bakıldığında aşırı görünebilen bir hayat enerjisiyle dolup taşardı. Büyük yaşadılar, büyük hareketlerle, büyük olaylarla. Hemen hepsi erken öldü, öyle hızla tükettiler ki enerjilerini. Ama hep düşünürüm, bu enerjiyi böylesine çarçur etmelerinin altında yaşamak yükünden bir an önce kurtulmak arzusu mu vardı acaba diye. Enerjinin her türlüsü korkutucudur…

View original post 606 kelime daha

Kâinatta bir renk: Marquez

Emre Dursun

Gabriel Garcia Marquez Gabriel Garcia Marquez

Bir tanrı varsa, ondan sonra en çok canlı yaratan kudret, Balzac diye bilinir. Bizim, çağdaşı olma keyfini ve gururunu tattığımız Marquez ise, kâinatta, hiç kesintisiz en uzun süren yağmuru yağdıran kudrettir. “Yüzyıllık Yalnızlık” toprağı hiç değilse kuraklıktan böyle sıyrıldı: Çünkü “yağmur tam dört yıl, on bir ay, iki gün yağdı.”

View original post 816 kelime daha

“sesim, tanınmaz bir çocuk sesi”: CEMAL SÜREYA

Emre Dursun

Ara Güler'in objektifinden, Cemal Süreya Ara Güler’in objektifinden, Cemal Süreya

1931 yılında, Erzincan’ın Tercan ilçesinde, Alevi bir ailenin çocuğu olarak geldi dünyaya Cemal Süreya. Çocukluğunu ve ilkgençliğini geçirdiği memleketini daha sonraki yıllarda tek bir görüntüyle hatırladı yalnızca. Türk şiirinin en erotik motiflerini işleyen şairlerinden biri olmasında kuşkusuz, aklının kesmeye başladığı yıllarla yaşıt meraklı, hatta amiyane tabirle “dikizci” kişiliğinin etkisi büyüktü. Çevresindeki insanların hep “makul” bildiği Süreya, doğduğu şehirde ailesinin taşındığı son evin damına çıkmış, gözlerini fal taşı gibi açmış, hemen evlerinin yanındaki avluda olanları seyrediyordu gizlice. Arada bir gelen giden var mı diye etrafını kolaçan edip, sonra yine yandaki avluya dikkat kesiliyordu… Zira mevzu, “derindi”!

View original post 2.676 kelime daha

Kent Hakkı

Kent Hakkı

Kent Hakkı

İnsan hakları ülkülerinin hem siyasi hem etik olarak merkezî konuma taşındığı bir çağda yaşıyoruz. Daha iyi bir dünyanın kurulması için bu ülkülerin ağırlıklarının artırılmasında pek çok enerji harcanmaktadır. Ancak çoğu kez dolaşımdaki kavramlar özünde egemen liberal ve yeni-liberal pazar mantıklarını ya da hâkim yasallık ve devlet faaliyeti biçimlerini reddetmez. Sonuçta özel mülkiyet hakkı ve kâr oranının hakla ilgili öteki tüm düşünceleri gölgede bıraktığı bir dünyada yaşıyoruz. Ben burada başka tür bir insan hakkı olan kent hakkını incelemek istiyorum. Okumaya devam et

M. Vargas Llosa’dan: Neden Edebiyat?

Kitap fuarlarında ya da kitabevlerinde sık sık başıma gelmiştir: Efendiden bir adam yanıma yaklaşıp imza ister. Ya karısı içindir, ya kızı, ya da annesi. “Kitap okumayı çok sever,” der, “Edebiyata bayılır.” Ben de hemen sorarım: “Ya siz? Siz kitap okumaktan hoşlanmaz mısınız?” Yanıt çoğu zaman aynıdır: “Hoşlanmaz olur muyum, ama başımı kaşıyacak vaktim yok.” Okumaya devam et

“Uykusuzluk”tan…

Henry Miller yirminci yüzyılın başkaldırıcı yazarlarından. Kapitalizmi reddederken sosyalizmi efendi değiştirme olarak gördü. Anarşizmi Amerikan "doğaya dönüş" geleneğiyle, Beat Kuşağı ve "çiçek çocuklar" ile ilişkilendirilen Miller, Yitik Kuşak içinde de sayılmaz.  Miller'ın Uykusuzluk'ta (Insomnia) sözünü ettiği Japon kadın, 1967'de yetmiş altı yaşındayken tanışıp âşık olduğu kabare sanatçısı Hoki Tokuda. Yine bu dönemde yaptığı suluboya resimler de kendi resimleri arasında özel bir bölümü, Insomnia Dizisi'ni oluşturur.  "Henry mitolojik bir yaratığa benziyor. Yazıları ateşli, yıldırım gibi, girift, hain ve tehlikeli. 'Çağımızın şiddete gereksinimi var.' "Yazdıklarının gücünü, o günahtan arındırıcı, yıkıcı, gözüpek, korkunç gücünü seviyorum. Yaşama duyulan hayranlığın, coşkunun, her şeye olan tutkulu ilginin, enerjinin, taşkınlığın, gülüşün ve ansızın patlayan fırtınaların bu tuhaf karışımı aklımı başımdan alıyor. Her şey silinip süpürülüyor: ikiyüzlülük, korku, basitlik, yalancılık. İçgüdünün ortaya konması bu. Birinci tekil kişiyi, gerçek adları kullanıyor; düzenden biçimden hatta kurmacadan bile nefret ediyor."

Henry Miller yirminci yüzyılın başkaldırıcı yazarlarından. Kapitalizmi reddederken sosyalizmi efendi değiştirme olarak gördü. Anarşizmi Amerikan “doğaya dönüş” geleneğiyle, Beat Kuşağı ve “çiçek çocuklar” ile ilişkilendirilen Miller, Yitik Kuşak içinde de sayılmaz.
Miller’ın Uykusuzluk’ta (Insomnia) sözünü ettiği Japon kadın, 1967’de yetmiş altı yaşındayken tanışıp âşık olduğu kabare sanatçısı Hoki Tokuda. Yine bu dönemde yaptığı suluboya resimler de kendi resimleri arasında özel bir bölümü, Insomnia Dizisi’ni oluşturur.
“Henry mitolojik bir yaratığa benziyor. Yazıları ateşli, yıldırım gibi, girift, hain ve tehlikeli. ‘Çağımızın şiddete gereksinimi var.’
“Yazdıklarının gücünü, o günahtan arındırıcı, yıkıcı, gözüpek, korkunç gücünü seviyorum. Yaşama duyulan hayranlığın, coşkunun, her şeye olan tutkulu ilginin, enerjinin, taşkınlığın, gülüşün ve ansızın patlayan fırtınaların bu tuhaf karışımı aklımı başımdan alıyor. Her şey silinip süpürülüyor: ikiyüzlülük, korku, basitlik, yalancılık. İçgüdünün ortaya konması bu. Birinci tekil kişiyi, gerçek adları kullanıyor; düzenden biçimden hatta kurmacadan bile nefret ediyor.”

“Aşk, gerçek aşk tamamen teslim olmayı gerektirir mi? Hep sorulan bir soru bu. Az da olsa bir karşılık beklemek insana yaraşır bir eylem değil mi? İnsan ille insanüstü bir yaratık ya da bir tanrı mı olmalı? Vermenin sınırı var mıdır? İnsanın kanaması sonsuza dek sürer mi? Kimileri önceden tasarlanmış bir ilişki planı öneriyor, bir oyunmuş gibi söz ediyor bundan. Elini açık etme! Ağırdan al! Geri adım at! Numara yaparken de numara yap! Yüreğin kan ağlasa bile içinden gelen duygulara asla ihanet etme. Her zaman, hiçbir şeye aldırmıyormuş gibi davran. İşte aşk acısı çekenlere verilen öğütler. Okumaya devam et

Emektir sevmek…

Sevgi Soysal, "Bakmak"

Sevgi Soysal, “Bakmak”

(…)

Güneşin hemen her gün, bir gencin ölüsü üzerine kapandığı bu günlerde, analar eyleme geçtilerse, bu yüzden geçtiler.

Çünkü, görülüyor ki, toplumumuzda gençliği seven, sadece analar. Bunda şaşacak bir şey de yok, çünkü toplumumuzda, gençlere emeği geçen, onlara emek veren, yalnızca analar. Onların ötesinde ”gençlik” sözcüğünü pek seven büyüklerimiz, yöneticilerimiz, gençleri sevmiyorlar, çünkü onlara emek vermiyorlar, daha güzel insanların oluşumuna hiçbir katkıda bulunmuyorlar.

Çünkü gençliği sevmek, ”gençliğe hitabe” yazmak değildir.
Gençliği sevmek, onların spordan bilime kendi başlarına harikalar yaratmalarını bekleyip, arada sırada gerçekleşiveren bu harikalarla övünmek değildir.

Gençliği sevmek, devlet kesesinden yapılanlar karşılığında ondan kendi hoşunuza giden şeyleri bellemesini, sizin kafanızı ve gönlünüzü hoş edecek davranışlarda bulunmasını istemek değildir.

Gençliği sevmek, boşa tükettiğiniz ve bir mirasyedi gibi harcadığınız umutlardan hicap duymadan, ondan ”ümit” olmasını beklemeye kalkışmak değildir.

Gençliği sevmek, ekonomisinden trafiğine, imarından planına, yönetiminden çarşı pazarına kadar tam bir keşmekeş içine soktuğunuz bu düzene başkaldırdığı zaman, ona ”anarşist” demek değildir.

Ne onun hayatının, ne de hayatın daha güzel olması için hiç emek vermeden ”ey türk gençliği” demek değildir gençliği sevmek.

Hiçbiri hiçbiri değildir. Hadi itiraf edin, gençliği hiç mi hiç sevmediğinizi. Ve siz ”agucuk” deyince o, ”gugucuk” yapmıyor diye, onu copladığınızı, kanına, canına girdiğinizi itiraf edin!

Ve analara, işte en çok bu yüzden hırçınlaşıp kinlendiğinizi itiraf edin! Edin de olsun bitsin! Merak etmeyin, analar işkence yapmaz.”

SEVGİ SOYSAL
Politika, 17.4.1976
Bakmak, İletişim Yay.

Aşk İçin Gece

Aşk İçin Gece

1.
Olmamış iki hayvan gibiydik.
O gece,
Salınan bir kabuğun kalbinde
Karanlığı duyduk,
Bizden ötede
Ve geride. Okumaya devam et